Varoluşçu psikoloji yaklaşımı, insan olmanın ne demek olduğu anlayışı üzerine kurulmuştur. Soren Kierkegaard (1813 – 1855), Friedrich Nietsche (1844 – 1900), Martin Heidegger (1889-1976), Jean Paul Sartre (1905-1980) gibi isimler önde gelen  ilk varoluşçulardandır. 

Varoluşçu yaklaşımın üç ana noktası vardır. Bunlar:

  1. Birey olarak insana duyulan ilgi. Her insanın en önemli niteliği “biricikliği”dir. 
  2. İnsan yaşamının “anlam”ına duyulan ilgi. İçsel ya da “öznel deneyimler” en önemli konulardandır. 
  3. İnsanların en önemli ve ayırt edici nitelikleri olarak görülen “özgürlüğe” yönelik ilgi. Varoluşçular her insanın kendisinin tutumunu, amacını, değerlerini ve yaşam biçimini kendisi için seçme yetisi bulunduğuna inanırlar.  

Kierkegaard, özellikle “angst” kavramı çerçevesinde görüşlerini açıklamıştır. Angst, korku, endişe ve kaygı kavramları arasına düşen bir kavramdır. Kierkegaard’a göre her zaman tetikte olarak ve yer yer de ölüm kaygısını duyarak yaşamımızı sürdürmeliyiz. Bu durum da insan olma sürecinin bir gereğidir. 

Nietzsche, değerlerimizin temelini değiştirme özgürlüğümüzü vurgulamaştır. ‘‘Übermensch’’ yani gelecekteki “üst-insana” ilişkin görüşler ifade etmiştir. Nietzsche’ye göre bu üst-insan, şimdiki zayıf temelli dinsel değerlerimizi yadsıyacak ve yerlerine insanın “ güç istencine” dayanan gerçek değerleri koyacaktı. 

Heidegger, “insansal varoluşla” ilgilenmiştir. O, insanın gerçek yeri ve özellikle de ölümün kaçınılmazlığı ile yüzleşerek yaşamın gerçeğine ulaşma olanağını araştırmıştır. Heidegger’in fenomenolojk varoluşçuluk kavramı, bireyin geçmiş yaşantıları üzerinde odaklanma yerine “otantik yaşantılar” ile geleceği üzerinde odaklanması gereğine işaret eder.

Sartre, 1943’te basılan “Varlık ve Hiçlik” adlı eserinde Varoluşçuluk felsefesini uzun uzun anlatmıştır. Biricik değerin “insansal özgürlük” olduğunu savunmuştur. Sartre’a göre, eğer “ben üzgünsem” bu yalnızca üzgün olmayı seçmiş olmamdandır. Her birimizin seçimlerimizi tam bir bilinçlilikle yaptığımızı, kendimize ilişkin her şeyin sadece eylemlerimizin değil, tutumlarımızın, duygularımızın hatta karakterlerimizin sorumluluğunu üstlenmemiz gerektiğini vurgulamıştır. Sorumluluktan kaçmak da bir seçimdir.  Bundan dolayı özgürlüğün acısından kaçış yoktur.

Varoluşçu ve hümanistik felsefe hakkındaki güçlü görüşlerinin temel alındığı Varoluşçu psikoterapinin gelişimine katkıda bulunan dört önde gelen kuramcı, Viktor Frankl, Rollo May, James Bugental ve Irvin Yalom olarak sıralanabilir.

Frankl, kendine ait kuramı ve uygulamaları özgürlük, sorumluluk, anlam ve değerlerin araştırılması üzerine kurmuştur. “Anlam Yoluyla Terapi” anlamına gelen logoterapiyi geliştirmiştir. 

Rollo May’e göre, “var olmak” yürek ister ve seçeneklerimiz ne tür bir birey olduğumuzu belirler. Olgunluğa ve bağımsızlığımıza doğru gelişimimizi yönlendirmek istememize rağmen, genellikle büyümenin acı veren bir süreç olduğunun farkına varırız. Bu nedenle, çevreye, aileye, topluma bağımlı olmanın verdiği güvenlik ve hoşnutlukla, büyümenin verdiği acı arasında mücadelelerimizi sürdürürüz.

Bugental, bireyin içinde bulunulan zamandaki varoluşsal güçlükleri ve her bireyin bütünlüğünün hümanistik vurgusu üzerine kendi kuramını geliştirmiştir. Bugental’a göre terapinin odak noktası, yaşamın varoluşsal sorularını nasıl yanıtlayacağını incelemesi için yardım etmek ve yanıtlarını otantik olarak yaşamaya başlamaları için yeniden gözden geçirmektir. 

Irvin Yalom, en önemli dört insan sorununa odaklanarak varoluşçu terapötik yaklaşımın gelişimine katkıda bulunmuştur. Bunlar; ölüm, özgürlük, varoluşçu izolasyon ve anlamsızlıktır. Çalışmaları üzerinde birçok yazar ve düşünürün etkisi olduğunu açıklamaktadır. Aşağıdaki yazarların ileri sürdükleri görüşlerden yaygın olarak etkilenmiştir:

  • Kierkegaard’dan: yaratıcı kaygı, ümitsizlik, korku ve kaygı, suçluluk, hiçlik
  • Nietzsche’den: ölüm, intihar ve geleceğe ilişkin beklentiler
  • Heidegger’den: otantik olma, destekleme, ölüm, suçluluk, bireysel sorumluluk ve yalıtım
  • Sartre’dan: anlamsızlık, sorumluluk ve seçim
  • Buber’den: kişilerarası ilişkiler, terapide ben ve başkaları yaklaşımı, kişisel dönüşüm (self-transcendence)

“Varoluşçu terapi insanın varoluşundan kaynaklanan kaygılara odaklanan dinamik bir yaklaşımdır. Her birimiz süreklilik, bir zemin, topluluk, ve bir örüntü isteriz; fakat her birimiz kaçınılmaz ölüm, zeminsizlik, yalıtım ve anlamsızlıkla yüz yüze gelmeliyiz. Varoluşçu terapi, anksiyete ve onun uyumu bozan sonuçlarının bu dört güçlü kaygıya karşı verilen bir tepki olduğunu varsayan psikopatoloji modeline dayanır.”

Duygu Gümüşçağlayan Bayraktar